Hikayelerini filme taşımadan önce kendi yaşamış. Kabadayılarla karşılaşmış örneğin, sonra kabadayıyı oynamış. Bir de bakmış belinde çift tabancalı bir kabadayı çıkmış içinden. Ama militan Yılmaz Güney'den hiç vazgeçmemiş... ama o hep insanların iyisini de kötüsünü de sevmiş.
'84 Eylül'ünde son defa, ama bu sefer memleketinde, memleketinden değil, hayattan sürgün edilmiş Yılmaz Güney. Ve tüm bu sürüklenmeler daha komünizmin ne olduğunu bilmezken, "bir orospuya aşkı" anlatan yazısının o "korkunç" başlığıyla başlamış.
"Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri"
2 yorum:
Çok güzel başlamışsın. Yılmaz Güney'in gerçek soyadının "Pütün" olduğunu bilmiyordum... Nasıl da güzel anlatmışsın? Gark oldum hayranlıklara (:
Seni ve senin sevdiğin her şeyi seviyorum. Du bi ariim ben seni :P
Bu blog sonunu asla tahmin edemeyeceğim bir roman gibi. Her konu örümcek ağı gibi ip ip bir bütüne gidiyor. Hem sistematik, hem gelişigüzel. Kuantum fotonları gibi dağınık, alabildiğine özgür ama asla birbirine çarpmayan hareketli parçacıklara benziyor. Kendi içinde bağımsız görünse de hepsini bir araya getirdiğinde tek bir kapıyı işaret ediyor sanki. Büyük bir ilgiyle izliyorum seni Elif ve gitgide hayran oluyorum.
Yorum Gönder