Ruhumu Meleğe Sattım

6 Aralık 2013

| 3 yorum
Hayatimda ilk defa, melek ve seytan halimi bu kadar net gordum. Aynen Mecnun'un basina usustukleri gibi benim de usustuler basima, boyle kocaman, gur sesleriyle. 



Kavgalari buyuktu; uykuya dalmak icin Haymana'dan getirtdigim koyunlarimi paramparca ettiler :( Turkiye'ye geldikten sonra yuzume kapanan 347189. kapidan sonra, yatagima aglaya aglaya gomuldugum sirada melek ben, melek kendim, kendimin melek versiyonu -iste her ne ise - hiç anlam veremediğim bir şekilde beyaz entarisi ve yazmasıyla çıka geldi.

Melek: "Abariii!! Gııız, galk bakaam yataktan. Sendiin de mii gız, hani geçen sene Berlin duvarını yıktıydın. (Yoğ artık!), garlı galdırımlarına gözyaşlarını gömüyüp de daha varışının ikinci ayında iş bulduydun (ha bak bu doğru). Hatta bu işte de rüsva olduydun da yılmayıp başka bir yerde caanım güzelim nenelere öğretmenlik ettiydin. Galk yataktan da yine oodaki gibin başın dik, sert adımlarla yürü, hadi bakiin. Uymacaan şeytana öyle.......... Aha, anılan yolda oluumuş, geldi bizim nani molla"

Şeytan, tüylü terlikleri ve ağır makyajıyla başucumda beliriverdi...

Şeytan: "Ha ha haaaaay, güliiim bari. Üç aylık işlere girdin diye bişi mi sandın kendini cicim. Hem orası Berlin. Yürürken yolda yardım dilesen 3500 kişi koşar da, normal halinle yürüsen kimse sana bakmaz, karışmaz şekerim. Burası öyle mi? Çık dışarı da bi bak bakayım otobüste seni süzen gözlere. Başına bişi gelse kime gitcen ayol? Hadi tüm engelleri yendin de işe girdin diyelim. Seni yine kullanacaklar. Az eleman, çok iş kafasındaki güzel ülkemde kime güveneceksin tatlım? Dolandırıcı doluşmuş ülkeye baksana..."

Beypazarlı Melek anne: "Memleketin diil mi bura senin gara gaşlım? Memleketinde hayır işlecesin istemeyon mu sen? Buuda daha çok ihtıyaç sahibi var demeyon mu? İnçi, galkacan o yataktan. Mutlu olcen ki işe yarıcan, işe yarıcan ki mutlu olcen. Yatan aslandan, gezen tilki iyidir."

Kokoş Mahmure Şeytan: "Yorulmadın mı cicim, ona git, şuna git. Kapılar zorla, sonra üzerine kapansın. Boşver şekerim yat yattığın yerde. Hangi iş doğru gitmiş ki burda, sen faydalı olasın elaleme? Her yıl ordan oraya savuruyorlar insanları. Bak o kadar atama bekleyen öğretmen var. Her sene bi yasa değiştiyorlar, öğretmenleri de öğrencileri de perişan ediyorlar. Bir şeyler yapalım, karşı çıkalım diyorlar, dövüldükleriyle kalıyorlar. Değmez tatlım yorulmaya, değmez."

Beypazarlı Melek anne: "Aha ben de ondan deyoom ya galk diye. Galk da değiştir şu memleketin halini. Hadi gınalı guuzuum. Senin memleketine, memleketinin de sana ihtiyacı var. Hadi bakiin. Dinleme şu gıytırık garıyı"

Kokoş Mahmure Şeytan: "Kıytırık mı? sen kim oluyorsun da benimle bu şekilde konuşuyorsun. Yırtarım o ağzını caaart diye"

Beypazarlı Melek anne 



Sonuç: Kavga 685 koyunun ölümüne sebep olmuş. Arkada heba etilen 5 saat ve mor halkalı bir çift göz kalmıştır. Bu vahim olaydan sağ kurtulan Elf Fiend ruhunu melege satarak, hemen ertesi gün iş bulmuştur. BaşBaş

Gözümüzdeki uçuşan şekiller ve önemi

4 Aralık 2013

| 3 yorum
Hani gözümüzün önünde uçuşan çubuklar görürüz bazen. Benimkilerin çoğu kıvrımlı olur, bazen de düz. Takip de edebiliriz. Gözümüzü ovuşturduğumuzda ya da sımsıkı kapadığımızda, bır de mavi açık tonlarda bir fona baktığımızda görürmüşüz. Dikkat etmemiştim ne zaman ortaya çıktıklarını. Ben hep onlar, gözümün içinde yaşayan minik canavarlarmış diye hayal ederdim. Aslında bir nevi öyleymiş. Gözümüzdeki vitröz sıvısında bulunan proteinlerin yansımasıymış. Işık, vitröz içindeki bu yapılara çarparak retina üzerinde gölgeler oluşmasına neden olurmuş. Yani artık o minik canavarlarımın bir ismi var; "floater (yüzer noktalar)"

Evrimsel açıdan hiç bir avantajı yokmuş, ama bazıları için ne kadar da çok önemi varmış...


Kaynak: http://evrimagaci.org/fotograf/47/4983/

Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri

1 Aralık 2013

| 2 yorum
Adının anlamını hayatına taşımış bir insan... Pütün'ken kırılmaz bir meyve çekirdeği olmuş. Güney'ken ise sürgünler arasında memleketine hasret duymuş. İçinde hep bir kavga yaşamış Yılmaz Güney. Kendine savaş açmış, insanlara karşı savaşmış, ama en büyük kavgasını insanlar için etmiş.

Hikayelerini filme taşımadan önce kendi yaşamış. Kabadayılarla karşılaşmış örneğin, sonra kabadayıyı oynamış. Bir de bakmış belinde çift tabancalı bir kabadayı çıkmış içinden. Ama militan Yılmaz Güney'den hiç vazgeçmemiş... ama o hep insanların iyisini de kötüsünü de sevmiş.

'84 Eylül'ünde son defa, ama bu sefer memleketinde, memleketinden değil, hayattan sürgün edilmiş Yılmaz Güney. Ve tüm bu sürüklenmeler daha komünizmin ne olduğunu bilmezken, "bir orospuya aşkı" anlatan yazısının o "korkunç" başlığıyla başlamış.

"Üç Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri"