On the verge of tears

26 Kasım 2013

| 3 yorum
15 sarkilik minik bir liste daha. Aglamak icin zaten bir sebebiniz varsa dinlemeyin, ama hava yagmurlu siz de biraz pusluysaniz guzel gider. Hele bir de disardaysaniz. Gozyaslarinizin keyifli olmasi dilegiyle; 
BaşBaş


Uçurtmayı Vurmasınlar

22 Kasım 2013

| 3 yorum


Barış'tan çok da büyük değildim bu filmi izlediğimde. Çok ağlamıştım... Çocuk aklı, ne anlasın bu filmden? Belki müzik ya da Nur Sürer'in sesi çok dokunmuştur, belki çok sevdiğim bir oyuncağımı kaybetmişimdir de ağlamak icin bahane arıyorumdur. Yok ama anlamıştım. "Adının anlamı dünyayı kucaklasa, Barış'ın taşta büyümek zorunda kalmayacağını" anlamıştım.
5 yaşındaki çocuğun boncuk gözlerinden, taş duvar arasında acı çeken kadınları anlamıştım. Kitabı paramparça eden müdüre sinirlenmistim mesela. Adı "Anti-komunist mücadele taktikleri" de olsa, "Das Kapital" de olsa kitabın ne suçu vardı ki?! Kitaplar suçlu olabilirler miydi ki?! Ya resimler? Yere tebeşirle çizilmis uçurtma resmi suçlu muydu da sildi onu müdür?! 

Barış, İnci dışarı çıktıktan sonra ona soruyordu; "Bizim göğümüzün bi tek gündüzü var. Senin göğünde gece oluyo mu?" Sistemin belirlediği "suç" kavramına göre ve yine sistemin insanlara aşıladığı hedefsizlik, özellikle kadınlara yüklediği damızlıktan öteye gitmeyen işlev(siz)lik yüzünden duvarlar arasına kapatılıp daha da silikleştirilen kadınların ve insanların yıldızlarını çalmak da suç değil miydi peki? Ne var en azından gece de bakabilselerdi göğe? 

Filmde tam olarak yansıtılmamış bir sahneyi, filmin/kitabın gerçek kahramanı Barış Gökçe anlatıyor; "Cezaevi aracında beklerken asker bana simit almıştı. O asker arabada ağlamaya başladı. Çocukça duyguyla gidip neden ağladığını sordum, cevap vermedi. Yıllar sonra annemden öğrendim. Meğer o sırada içeride anneme işkence ediyorlarmış, o asker de beni dışarıda oyalıyormuş ona üzülüp ağlamış." İşkence suç değilmiydi peki? 

Ya uçurtmanın ne suçu vardı? Barış'ın sevinci, koğuştaki kadınların umudu nasıl olur da suç teşkil ediyordu? Nasıl bir korkuydu bu da mesaj gönderiliyor diye uçurtmayı vurmaya kalkmışlardı? 


Filmi ilk izlediğimden bu yana nerdeyse 20 sene geçmiş ama benim çocuk aklımın soruları hala yanıt bulamıyor ne yazık ki... Emin olduğum bir tek şey vardı; o da Barış değil Mickey işemişti altına :)

Ufal da cebime gir Berlin!!

17 Kasım 2013

| 4 yorum

"Sen mi buyuksun Berlin!!! Hayir ben buyugum!!" diye yasadigim bir yilin anisina 
ve
tum acilarin inadina 
ve 
her seye ragmen bu guzel sehre duydugum ozlem adina gelsin;

Ufal da cebime gir Berlin!!


BaşBaş

Bedenimi sil, ruhumu degil!

9 Kasım 2013

| 3 yorum
Liu Bolin amcama gitsem, benim de bedenimi gorunmez yap desem.




Ornegin insanlar basortumu gormese ya da genis gogus dekoltemi. Laf atilmasa, sadece gogus ve kalcadan ibaret oldugum haykirilmasa mesela. Erkek arkadasimin evine girerken gorunmesem ya da yolda esimi operken. 13 yasimda nikah masasindayken birden kaybolsam ya da o 26 bedenin altinda ezilirken. Icimizdeki kadini gormezden gelen ama bedenimiz uzerinden sov ve siyaset yapan bu zihniyet icinde tamamen kaybolmamak icin direnen milyonlarca kadindan biriyim sadece.




Insanlarin gozunden beni degil! basortumu ya da sortumun altindaki uzun bacaklarimi silebilir misin Liu amca? Kadinin, ananin, kucuk kizin ruhunu cizebilir misin insanlarin zihnine Liu Bolin?

Kaybolmus kadin makyajlari: Gila Benezra, Yulya Gushul, Gözde Pişkin


Perfect Day

8 Kasım 2013

| 2 yorum
Bugun mukemmel bir gun olsun. Olmasa bile bu duet yasadiginiz ani mukemmel kilsin...



BaşBaş

Anlatmak

2 Kasım 2013

| 1 yorum
Filmlerdeki ilham verici konusmalar vardir ya hani... konusmayi yapacak adam oyle heyecanlidir, cevresindekiler oyle coskulu dinlerler ve arkadaki muzik oyle gazdir ki, adam/kadin

 "aptalsiniz uleen"

dese bile alkislayasiniz gelir, gozleriniz dolar. Hayat degistirirler hani. Dunyayi -pardon Amerika'yi dolayisiyla dunyayi kurtarir, savasi durdurur, umutlanir, buyuk bir hayali gerceklestirirsiniz bu konusmadan sonra. Hah iste ben de yapcam ondan bi gun. Cok biliyorum ya ben, cok da iyi anlatirim ya hani... Cok bilmekten daha zormus anlatmak. Cok okusan da, cok gezip cok tanisan da "anlat" dediginde birileri, duruverirmissin. Durmasan, kelimeleri secemezmissin, secsen dizemezmissin, dizsen karsidaki hic bir zaman ayni sirada goremezmis o kelimeleri. Ornegin bir insanin gordugu kirmizi, baska hic kimsenin gordugu kirmiziyla ayni degilmis. Tarif de edemezmissin. Acik desen, onun gordugu acik da benim gordugum acikla ayni olmazmis. E nolcak simdi? "Seni seviyorum" dedigimde, karsimdaki hic bir zaman benim "seni seviyorum"da hissettigim seyi anlayamayacak mi? Coook ama coook desem, onun "cok"u ne kadar ki? Dunyalar kadar desem, evrende kac dunya var? Evren kadar desem evrenin sonsuz olduguna mi inaniyor, yoksa bir yerlerde bittigine mi? Dunyamiz algiladigimiz kadarken ve algilarimiz birbirinden bu kadar farkliyken ben simdi nasil "seni seviyorum" dicem? Yok yok dicem yine de, hatta ustune o konusmalardan da yapip hayat kurtaricam!! The Barber (Charlie Chaplin) gibi savasi durdurur muyum bilmem ama buyuyunce ben de konusucam! 



Konusma Metni;

"Özür dilerim, ben imparator olmak istemiyorum. Bu beni ilgilendirmiyor. Hükmetmek veya işgal etmek istemiyorum. Mümkünse, herkese yardım etmek istiyorum. Yahudi veya değil, siyah veya beyaz... Hepimiz birbirimize yardım etmek istiyoruz. İnsan olmak böyle bir şey. Birbirimizin mutluluğuyla yaşamak istiyoruz hayatlarımızı, ızdırabıyla değil. Hiç kimseden nefret etmiyoruz. Hiç kimseyi aşağılamıyoruz. Bu dünyada herkese yer var. Bu dünya herkese yetecek kadar zengin. Yaşamak hür ve güzel olmalı. Biz doğru yoldan çıktık. 

Açgözlülük insan ruhunu zehirledi, nefret duvarları ördü. Bizi mutsuzluğa ve insan kıyımına mahkum etti. Hızı keşfettik ama yerimizde sayıyoruz. Bolluk getiren makineleşme, bizi her şeyi ister hale getirdi. Bilgimiz bizi saygısız yaptı. Zekamız bizi kabalaştırdı. Çok düşünüp az hissediyoruz. Makineden çok insanlığa ihtiyacımız var. Zekadan çok iyiliğe ihtiyacımız var. Aksi takdirde şiddet galip gelecek ve hayat yok olacak. 


Uçak ve radyo bizi birbirimize yaklaştırdı. Bu icatların temelinde iyilik, kardeşilik ve beraberlik var. Benim sesimi bile şu an milyonlarca insan duyuyor - milyonlarca umutsuz erkek, kadın ve çocuk... masum insanlara işkence yapan, hapse atan bir sistemin kurbanları onlar. 


Beni duyanlara sesleniyorum; umutsuzluğa kapılmayın! Mutsuzluğumuzun sebebi, hırslı kişilerin, insanlığın ilerlemesinden korkmasıdır. Nefret geçer, dikatatörler ölür. Halktan aldıkları iktidar halka geri döner... İnsanlar ölür, hürriyet ölmez!


Askerler! Sizi aşağılayanlara, sizi köleleştiren, hayatınızı yöneten, size ne yapacağınızı, ne düşüneceğinizi, ne hissedeceğinizi söyleyen zorbalara itaat etmeyin. Onlar sizi eziyor, size hayvan muamelesi yapıyor, sizi silah gibi kullanıyor. İnsanlıktan çıkmış, beyni ve kalbi makineleşmiş kişilere teslim olmayın... Siz ne makine ne de koyunsunuz! Sizler insansınız! Kalbinizde insanlık aşkı var. Siz nefret etmezsiniz. Sevilmemiş insan kin besler. Askerler! Esirlik için değil, hürriyet için savaşın. 

Aziz Luke 'ün dediği gibi "Tanri'nin kralligi insanin icinde saklidir". Bir kişinin, bir grubun değil herkesin icindedir. Güç -makineleri yaratan güç, sizin, halkın elindedir... Mutluluk yaratacak olan güç... Siz, halk, hayatı hür ve güzel yapacak, harika bir maceraya dönüştürecek güce sahipsiniz! 


Demokrasi adına bu gücü kullanalım. Birlik olalım. Yeni bir dünya için savaşalım -gençlere çalışma olanağı tanıyan, yaşlılara güvence sağlayan bir dünya için. Yobazlar bunları vaat ederek iktidarı aldılar. Ama yalan söylüyorlar. Onlar asla sözlerini tutamazlar. Hiç bir zaman da tutmayacaklar. 


Diktatörler, kendilerini özgürleştirir, ama halkı köleleştirirler... Biz bu vaatleri yerine getirmek için savaşalım. Özgür bir dünya için savaşalım. Sınırların olmadığı, hırsın, kin ve hoşgörüsüzlüğün olmadığı bir dünya için. Aklın idare ettiği, bilim ve ilerlemenin herkese mutluluk getireceği bir dünya için savaşalım. Askerler, demokrasi adına birlik olalım!"